Menü Kapat
Antiaging

Antiaging, kelime anlamı itibarıyla ‘yaşlanmaya karşı’ demektir ve yaşlanmayı durdurmak, engellemek gibi algılanır. Oysa bu bilimsel olarak mümkün değildir. Yaşlanmayı geciktirmek ve sağlıklı yaşlanmak ise mümkündür bu nedenle, amaç yaşlanma sürecinin yavaşlatılması ve kayıplar oluşmadan önlem almak olmalıdır. Yaşlanma süreci, çeşitli organlarda farklı derecelerde kendini gösterse de organizmanın bütün fonksiyonlarını ilgilendir. Bu yüzden antiaging prosedürü, çeşitli organlardaki hücre fonksiyonlarına zarar veren etkenlerin tümüne karşı önlem alınmasıdır. Kalp ve dolaşım sisteminin, beyin fonksiyonlarının, hormonal sistemin, beş duyunun sağlıklı kalabilmesi ve cinsel fonksiyonların korunmasından, psikolojik bozuklukların önlenmesine kadar geniş bir yelpaze ele alınmalıdır. Bu da yaşlandıktan sonra değil, gençlik dönemlerinden itibaren uygun sağlık tutumları geliştirerek mümkündür. 

Yaşlanma, vücudumuzun birçok bölgesini ilgilendiren oldukça karmaşık ve komplex bir süreçtir. Bir ürün, hap ya da iksirin bu süreci durdurması veya tersine çevirmesi mümkün değildir. 

Montaigne’in bir sözü bu durumu çok güzel özetler; “Hayatın değeri, uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır.” 

Anti-aging, koruyucu tip kapsamına girer ve yaşlanmayı mümkün olduğu kadar yavaşlatmak, vücudun bir bütün olarak orantılı ve sağlıklı yaşlanmasını sağlamak amacıyla uygulanır. Bu iş profesyonel olarak yapıldığında, kişinin doğal yaşam süreci ve tıbbi geçmişi ayrıntılı olarak sorgulanır ve gerekli laboratuvar tetkikleri yapılır. Daha sonra bu parametreler değerlendirilerek kişiye özel bir tedavi prosedürü uygulanır ve detaylı bir danışmanlık hizmeti sunulur. Anti-aging için mutlaka profesyonel kurumlara başvurmanız gerekmez, kendi çapınızda hayatınızda bir takım değişiklikler yaparak da yaşlanmayı geciktirebilmeniz ve sağlıklı yaşlanmanız mümkündür. 

Serbest Radikaller

Nefes alıp verirken vücuda giren oksijen, aynı zamanda “serbest radikal” denilen, elektronlarını kaybetmiş zararli maddelerin ortaya çıkmasına neden olur. Serbest radikaller, buldukları dokularla birleşerek onları fonksiyonlarını yapamaz hale getirir. Bu etki 30 yaşında başlar, 40’lı yaşlarda artarak ilerler ve 50’li yaşlardan itibaren dramatik bir şekilde çoğalarak fark edilen bir yaşlanmaya ve pek çok hastalığın ortaya çıkmasına neden olur. Glikolizasyon ise kontrolsüz şekilde inişler ve çıkışlar göstererek kan şekerinin ve insülinin dokulara zarar vermesine yol açar. Güçlü bir anti-oksidan sisteme sahip olmak, oksijene dayalı bir yaşam için en temel gereksinimdir. Tek hücreli organizmalar bile eğer serbest radikallere karşı savunma mekanizması geliştirmemiş olsalardı, hayatta kalamazlardı. Oksijenle yaşayan her organizma bu tehlikeyi etkisizleştirecek sistemlere sahiptir, ancak bunun etkili oluş derecesi büyük farklılıklar gösterir. Örneğin; fareler serbest radikalleri durdurmada pek de iyi değildir. Bunların DNA’larının her gün maruz kaldığı serbest radikal hücumu insanlardakine oranla on kat daha fazladır. Fareler sadece birkaç yıl yaşarlar. İnsanlar bu açıdan daha iyi durumdadır. Biz daha uzun yaşıyoruz.

Ne Yapmalı? 

Bedenin serbest radikallerle savaşan üç grup savunma hattı vardır. 

  • Birinci hatta enzim sistemleri yer alır. Bunlar DNA’da mevcut olan bilgilere göre beden tarafından üretilen moleküler araçlardır. Bu enzimler serbest radikalleri uzaklaştırır veya bunların “dikenlerini” köreltirler.
  • İkinci hatta, bedende üretilen çok çeşitli biyomoleküller yer alır;bunlar kendi elektronlarını vermek suretiyle serbest radikallerin elektron açlığını giderirler. Bu moleküller, hücre dışı serbest radikal etkisizleştiricileri olarak bilinir. Bunlar kendilerini feda ederek hücre içinde yaşamsal önem taşıyan moleküllere, onların olmak üzere bir elektron verirler.
  • Savunmanın son hattını besinler-bedenin dışardan hazır olarak aldığı maddeler-oluşturur. Bu takviye güçler de kendilerini feda ederek işlev görürler. Birinci gruptaki enzimler vücudumuzun doğal işleyişi içinde yer alırlar eğer diş etkiler sebebiyle (sigara, kirli hava soluma, stres yoluyla biriken toksik yük) yetersiz kalmışsa Bio-Oksidatif tedaviler sınıfına giren ozon/oksijen tedavisi gibi yöntemlerle takviye etmek gerekebilir.

Bu enzimler, üçüncü grupta geçen ve dışarıdan hazır olarak alınan besinler ve kendilerini feda ederek etki gösteren biyokimyasal maddelerden (vitaminler gibi) bin kat daha etkilidir. Örneğin, E vitamini yırtıcı bir açlık içinde bulunan bir serbest radikali doyurmak için bir elektronundan vazgeçer ve böylece aslında kendisi bir serbest radikal haline gelir.